Yazılar

Romantik bir İzlenimcinin Düşlerine Yolculuk!

Duygu ve Akılla Beslenen Diyalektik Görsellik ve Ruh Üflenen Manifesto!

Toplumsal sınıflandırmalara karşı reflektif düşünceyi temsil eden, düşüncenin ilerleme yasası bilgiye odaklanarak diyalektiğini yaratan bir aydın/sanatçı. Sanatın toplum aydınlanmasındaki rolünden hareketle sanatın toplum için olduğuna inanan ancak ‘kent, kapitalizm ve uygarlık’ üçgeninde söylemleri, fırçası kadar yumuşak olmayan bir hümanist.

Kadir Ablak’ın konuşmalarında, entelektüel bir pesimistin düş dünyasını, resimlerinde ise bir optimistin evreni değiştirecek gücün parmağının ucunda olduğu özgüvenini bulursunuz. Aynı zamanda sanatta kalıcılığın, halk gerçeğini anlamaktan ve köken kültürden beslenerek evrensel değer üretmekten geçtiğini anlatan bir romantik.

Sanatçının kişiliğini irdelerken, üstat Antonio Gramsci’i ve ‘Aklın kötümserliği ve İradenin iyimserliği’ndeki ‘…Kafası çalışanın kötümser olması doğaldır, gelgelelim ki, iyi niyetin, iradenin ve istekliliğin olduğu yerde iyimserlik de olur’ aforizmasını hatırladım.

Onun resmi; duymak istediğimiz şimdiki zamana ait bir yaşanmışlığa değil, ‘an’ın geçmiş ve geleceğine izdüşümdür. Ayrıntılarına hükmettiği toplumsal gerçekliğin içerisinde, yaşadığı dönemin olumsuz yanlarını isteyerek öteleyen ve estetik kaygıyı öne çıkaran bir iyimserlik hakimdir.

Böyle davranmasının ve kompozisyonlarına bu açıdan yaklaşmasının içkin bir yanı vardır; iradesini kullanan bireyin çıkarsızca niyet etmesini ve kaosun içerisinde kıvranan kitlelerin yaşamak için iyiye tutunmasını öğütler.

Bütün bu yönleriyle Ablak, aklının dayattığı kötümserlikle, iradesine hükmetmenin sağladığı iyimserlik arasında sanatta yeni bir aktivisttir.

Varoluşu Belleğimize Kazıyan Gerçeklik, Manzaradır..

Sanatçı, eser vermeye başlamadan önce arka plan birikimlerini sorgulayarak, irdelenebilecek savlar ortaya koyduğunda, eleştiri sanatına konu olabileceğinin bilinciyle üretmelidir. Ablak, bu yanıyla her an karşılaşabileceğimiz tarzdan bir sanatçı değil. İçten ve derinliğini resmine kazıdığı bir doğa ve kent duygusu var.

Sıradan algının üstüne çıkarak içine doğduğu toplumsal kültür çevreniyle beslediği manifestosuna sanatıyla imzasını atıyor.

Ablak’ın düşünce ile eylemi bütünleştirmedeki yetisini sorgularken; yakın zamanda sonsuz yolculuğuna uğurladığımız İspanyol yazar dostum Jose Saramago’nun“Yeryüzünde en çok görünen şey manzaradır. Geri kalanlar yok olup yeniden oluşsa da manzara her zaman vardır....” aforizmasını bu jargondaki sanatçılar için yazdığını düşünmeden yapamadım.!

Figürden arınmış yaşanmışlığı anlatan mekanlar, uygarlıkların izleri, bireysel özgürlükler, fantastik düşler, kentli kültürel miras ve estetik ögelerden oluşan kompozisyon: Doğaya insan eliyle ilintilenmiş Kent!

Sanatçının kentsel dokularını incelerken, kent algılarımızın örtüşmesine tanık oluyorum. ‘Mutlu olma korkusuna kapılmış sıradan kitleler ile varsıllığın altında ezilmesine rağmen acıyı reddeden seçkin tezatlarla dolu, hükmedemediğimiz ama yine de yaşama hazzı duyduğumuz fantastik gerçekliktir Kent.’ (Aşkın Estetik Üzerine Denemeler, Ümit Yaşar Gözüm)

Bir yanda popüler duygu ve biçimler, diğer yanda tarihselliğin kalıcı izleri; aslında misyonunu tamamlamış bir toplumsal olgu olarak kente bakmak. Kentlileşemeden küreselleşen günümüz metropollerinde, bireyin evrensel dayatmalar ile fiziki çevre arasına sıkışmış düşlerini renklendirmek!

Ablak’ın sanat algısında her şey yaşanmışlığı anlatır: Sanatçının konuşma dilindeki keskin toplumsal yozlaşma, varoş ve üst kültürel ayrışmaların aksine, geçmişten bugüne ‘yaşanmışlıkta dünyanın göbeği’ olarak tanımlayabileceğimiz kadim bir kenti/İstanbul’u resmetmesi içkin evrensel bir göndermedir.

Toplumsal sorunlarımızın çoğunluğunun kent kökenli olduğunu, hatta kent havasının insanı özgür kılmadığını, küreselleşen dünyada uygarlıkların izlerinin bile birer sığınmacı kaldığı gerçeğine rağmen, görsellikte karamsarlığa yer yoktur. Onun iyimser yanı insan-mekan ve kent ilişkisi üzerine izleyicinin duyularına güvenen resimsel yorumlamalarıdır.

Kentler ve Kadınlar Mimarinin Kıvrımlarında Benzeşir!

Kentler ve kadınlar mimarinin çizgisel kıvrımlarında varlığını hissettiren yüzeydeki ışık ve gölge oyunlarıyla yarattıkları gizemle benzeşir.

Doğduğumuz, anılar biriktirdiğimiz kısaca yaşadığımız yeryüzünün her hangi bir noktasıdır cennet. Oysa hakkında çok şey bilmemize rağmen nüfuz edemediğimiz, ışıltılı gölgelerinin peşinden tutkuyla koştuğumuz, grift gerçekliğiyle ve karmaşık dokusuyla yüzleştiğimiz zayıf yanımızdır kentler!

Tıpkı bir ömür geçirmenize rağmen algılayamadığınız kadın, korku ve umut gibi. Renk ve ışık oyunlarıyla gitmek ve sığınmak hissi uyandıran davetkar binalar… Zifiri karanlıkta yaklaştıkça uzaklaşan ışıklar gibi erişilmez ve kaotik bir kurgudur kent.

Nasılda benzeşirler! Kentlerle ilişki kurduğumuzda anlarız nasıl bir dişiliğe sahip olduklarını. Keşfedilmeyi bekleyen gizemin varlığını kentin kaosunda. Tedirgin düşlerinden uyanan ressamın beyninde sorguladığı, gitmek ve yeniden dönmek gibi. Doğurdukça çoğalan dişil bir tutkudur Ablak’ın resminde Kent/İstanbul;

Kent kültürü karşısında sanatçının konumu; sözcükleri ancak toz zerrecikleri kadar etkili olan bir adanmışlıktır. Oysa sürü psikolojisine kapılmış kitlelerin ayak seslerinden çok daha gür ve adildir insanın direnci ve kent karşısındaki konumlanması.

Çünkü Ablak, ‘zarif-elegant empresyonist’ anlayışa sırt dönmüş bir sanatçıdır. Birbirini tekrarlayan ressamların tablolarında gezinmek gibi değildir onun sanatında yolculuğa çıkmak. Her resim, güçlü spatul darbelerin, pentür etkisiyle ötekini tamamladığı ayrı bir kent masalıdır.

Doğduğu kentin kışları gibi üşüten, varoşların soğuk renklerinden, ışık ve renk ustalığıyla melodrama düşmeden, içinizi ısıtan bir melodi yaratmak Ablak’ın becerisidir.

Figürden neredeyse vazgeçmiş sanırsınız. Oysa yalnızca renklerden yararlanarak perspektif etkisi yaratacak yetkinlikte kullanır fırçasını. Ablak için resim, kışkırtıcı turkuazın soğuk ışıltılarıyla kişiliğini bulan sokaklar, korozyon yeşili çatılar, yollar, kafeler, yedi tepeli kentin ışığını göstererek izleyiciyi anksiyeteden uzaklaştırmaktır adeta.

Başarılı ışık gölge ilişkisinin yanı sıra kullandığı soğuk renklerle dilediği dokuyu oluşturma yetkinliğidir sanatçının resimlerindeki coşkunun kaynağı. Ya da insanı bunaltmasına rağmen, mihrabını koruyan sevgilinin vazgeçilmez büyüsünde, yeni güne gözlerini açmak ve bakışlarıyla kenti kuşatacak yeni bir ruh üflemektir resim.

Kentin tarihi tıpkı insanlığın tarihi gibi helezonik bir seyir izler. Anlamak için, olabildiğince yalnız kalmak ve insansız yalnızlığını yakalamak gerektiğine inanır kentin.

Mühim olan sessizliğin yarattığı dinginliktir: İşte o zaman anlarız var olmayı sürdürebilmenin tek yolunun, tarihin bilmediğimiz bir sayfasına yazılmak ve çığlıklarını duymak olduğunu. Mimarın vicdanını rahatlatmak adına geçmişi yok etme isteği kadar, sanatçının kentin yaşanmışlıklarına sığınması gibi bir algıdır, köksüzleştirmeye başkaldırısı.

Ah şu mekanların sessizliğinde sanatçıya ufuk açan çığlıklar: İçindeki kutsal devinim; Rönesans… Haksızlık ettiğimiz kentler, mekanlar ve doğa; Kadir Ablak resimlerinde olduğu gibi, bir gün kendine yeniden gelecek ve özgün dokusuna bürünerek gelişecek. Ve bu rönesansı da henüz bilmediğimiz zamanın kıskacında, yine henüz tanımadığımız ancak ruhuna sanat üfleyeceğimiz bireyin gerçekleştirecek olmasıdır, sanatçıyı iyimser yapan.

Çok kültürlü kentlerin görünmez koruganlarla örülmüşlüğünü anlatmak yine sanatçıya düşer. Göçler,dönüşümler ve insanın psişik varlığının durumu. Bir parça umuda muhtaç kitlelerin, flu sıradanlığını gizlediği sessizlik ile kırsalda/kentte farklılaşan çok yüzlü ilişkileri sanatın diliyle yansıtmak yine Ablak’ın entelektüel algısının sonucudur.

Ablak, bir metropolün anatomisini çizerken, kentin negatif mekanlarından renklerle dönüşen bir yaşanmışlık hissi yaratır. Burada kentin sosyolojine hükmetmek ister adeta. Sanat yapan çoğunluk gibi, kent estetiğinin peşinden koşup resme aktarmak yerine, estetize olamamış kenar mahalleleleri,sokakları ve salaş ortamları resimsel estetik bir değere dönüştürür.

Kentler, sokaklar oyun, çocuklar ve kediler, bunları izleyici yerleştirsin öznel bir gerçeklik olarak resme. İzleyicinin kültürlü, aydınlanmış azınlık ile cahil ve kaderci kitle ikilemini düşünememesindeki derin bağ budur. Çünkü karşılaştığı tabloda, boyun eğme ve direnme ikilemi resme bürünmüştür.

Resim, sanatla yoksulluk arasında bağ kurabileceğimiz tek ve biricik gerçek değildir sanatçı için.

Öyle ki, çağımızın düşünen bireyi, varlık sebebini sorgulayan toplumsal gerçekliğe ulaşacağı bir kültürel yapı kurabilecek güçte. Yeter ki, aydınlar; kültür endüstrisinin kitleleri tekdüzeleştiren, ışıltılı kolaycılığına kapılmadan Ablak gibi köken kültürden beslenerek evrensel değer yaratabilsinler.

Zorbey’in, akrep ile yelkovanın kıskacında dönüp duran zamana düştüğü not:“Her nesnelliği kendi öznelliğine çevirebilecek yetkinlikteki manifestosuyla geleceğe izdüşecek sanatçılarımızdan birisinin de Kadir Ablak olacağıdır.”

*Sanat Felsefecisi, Yazar, Eleştirmen